1 Şubat 2013 Cuma

"Bazıları için korkunun, diğerleri için ise özgürlüğün şehri: BEYRUT"



Rakweh içerken...
1.Gün:
“For some, it is a city of fear; for others, freedom.”- Lonely planet kutsal kitabımızdan bir cümle. Gerçekten de Beyrut için söylenebilecek en güzel ve en anlamlı cümle!


Çarşamba akşamı saat 22:00 civarı Beyrut’a vardık. Hamra bölgesindeki Embassy otelimize gitmek için havaalanından taksi tutmamız gerekiyordu. Rehber kitaplarda ve okuduğum bloglarda taksicilerin 30$’dan kapı açtıklarını ama 15$’dan fazla vermeden anlaşabileceği yazılıydı. Biz de bu uyarı sonucu başladık önümüze ilke gelen taksici ile pazarlık yapmaya. 35$’dan pazarlığı başlatan taksiciye ”Çok pahalı biraz daha indirim yapar mısın?“ falan dememize rağmen 20$ a kadar inebildik. Biz de 20$’ı kabul edip taksiye bindik fakat taksiye bindiğimizde bizimle pazarlık yapan adam değil de başka biri şöför koltuğuna oturdu ve 25$’ın fix fiyat olduğunu, 20$’ a götürmesinin imkânsız olduğunu söyledi. Artık taksiye yerleşmiş olduğumuz için neyse bu seferlik böyle olsun dedik. Çünkü artık Hamra bölgesinin tam göbeğindeki otelimiz Embassy otele yerleşmek istiyorduk.
Taksi ile otele gelirken otelin olduğu sokaktan geçtiğimizde kafe-bar gibi mekânların dolu olduğunu ve gece hayatının gerçekten yazıldığı gibi Beyrut’ta hareketli olduğuna şahit olduk.
2.Gün:
Beyrut’taki ilk günümüzde kendimizi vurduk yollara. Şehirleri genellikle yürüyerek gezmeyi sevdiğimiz için en uzak noktalardan başlamaya karar verdik. Şehrin biraz dışında kalan National Museum’a kadar yürüdük. Sokak aralarında gördüğümüz delik deşik olmuş binalar savaşın gerçek yüzünü gösteriyordu.


                                                                Ulusal Müzeden bir kare...

Normalde daha kısa yoldan gidebilirdik ama ara sokaklardan geçerek yaptığımız gezi turistik olmayan bölgeleri de görmemizi ve ıssız sokak aralarını keşfetmemizi sağlıyordu.



                                                            Beyrutta sokak araları
                                                                 Delik deşik olmuş binalar

Müzeye giderken “Rue de Damas” yolunu kullandık. Bu yol 1975-1990 yılları arasında süren iç savaşta Müslümanlar ile Hristiyanların yaşadığı bölgeleri ayıran, “Yeşil Hat (Former Green Line)” olarak bilinen ve şehri ikiye ayıran yoldu.


Dönüşte ise Rue Bechara el Khoury” caddesinden geçerek Downtown bölgesine geldik. Downtown’a ulaştığımızda bizi mavi kubbeli Mohammed al-Amin camisi karşılıyordu.


Downtown'a yaklaşıyoruz

Muhammed Al Amin Camii

Tam yanında da St. George Katedrali vardı. Camiyi gezdikten sonra yanındaki çadır dikkatimizi çekti ve içine girdik. Burası Refik Hariri anısında yapılmış bir yerdi ve içerisinde fotoğraf ve bayraklarla ziyaretçilere açılmış bölümler vardı.



Hariri için kurulmuş çadır
Çadırın tam karşısında ise “Places des Martyrs” denilen bir meydan vardı. Bu meydandaki heykel savaşın tahribatını gözler önüne seriyordu.


                                                                    Şehitler anıtı
Buradan sonra çok yakında bulunan “Place d’Etoile” yani Özgürlük Meydanına gittik. Tam ortada bulunan saat kulesi etrafındaki binalar savaştan sonra tamamen eski dokuya uygun olarak yeniden inşa edilmiş lüks binalardan oluşuyordu. Avrupa’daki ünlü meydanları aratmayacak kadar özenilerek yapılmışlardı.


Özgürlük meydanına giderken
Yine Downtown bölgesinde ve yürüyerek ulaşılabilecek olan “Roman Bath” kalıntılarını, El-Ömer Camisini ve Parlamento binasını gördük. Sonrasında Riad Al Solh Square’den Rue d’el Armee caddesine geçecektik ama bu yol kapalıydı, biz de yolu biraz uzatarak “Grand Serrail” ve “Maghen Abraham sinagogu”nu uzaktan görerek yolumuzu sahile çıkacak şekilde çevirdik.


                                                                      El Ömer Camii
                                                                            Roma Kalıntıları
Sahile doğru inerken solda çok uzun ve delik deşik olmuş bir bina gördük ve bu bina Holiday Inn binası idi.


                                                                 Holiday Inn binası

                                 Holiday Inn binasının önünden inerek St.George limanına ulaştık.



Denize ulaştığımızda sola doğru sahili takip edecek şekilde yürümeye karar verdik. Cornish dedikleri sahilde yürümek gün batımına denk geldiği için çok keyifliydi. 


                                                                            Cornish

Aynı zamanda sahile paralel yol üzerinde Hard Rock Cafe’yi, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nin kocaman kampüsünü ve Lunaparkı gördük.



                                      "The time will come when you see we are all one!" The  Beatles

Hamra bölgesine yaklaştığımızı düşündüğümüz için sahile dik inen sokaklardan birine girdik ve otelin yolunu tuttuk. Bu ilk günümüzde şehri şöyle boydan boya turlamış ve Beyrut hakkında fikir sahibi olmuştuk.
3. Gün:
Bugün Jeita mağaraları, Jouneh-Harissa ve Byblos u gezdik.


Jeita'ya gidiyoruz...
Jeita mağaraları altta ve üstte 2 tane olmak üzere 2 mağaradan oluşuyordu. Alttaki mağaranın su seviyesi mevsimsel olarak çok yükseldiği için orayı ziyaret edemedik, sadece üst mağarayı gezdik. Mağaralarda fotoğraf çekmek yasaktı.





Bu arada bloglarda okuduğumda bilet satın alırken çok sıra oluyor falan yazıyordu. Ama biz gittiğimizde bizim dışımızda 3 kişi vardı. Sanırım insanlar Beyruta gelmeyi yazın tercih ediyorlar. Ama bence bir yeri gezecekseniz turist mevsimi dışında gezmek gerekir çünkü kalabalıkta hem zaman kaybı oluyor hem de tadını tam çıkaramıyorsunuz.
Daha sonra ise Jouneh kentine geldik ve teleferik ile Hz. Meryemin heykelinin olduğu tepe olan Harissa ya geçtik. Teleferik 20 dk falan sürdü ama çok eğlenceliydi. Manzara da muhteşemdi.


                                                            Harissa'dan manzara
Teleferik ile tekrar aşağıya inip Byblosa doğru yola çıktık. Ben Byblos’u Kavala’ya çok benzettim. Kalesi, antik kalıntıları, dar ama sevimli sokak araları olan balıkçıları ile ünlü güzel bir yer Byblos.















Beyruta dönüşte, güneşin batışının izlemek için çok tercih edilen yer olan Pigeon Rocks isimli sahildeki kayalıklara gittik ve bol bol fotoğraf çektik J


Pigeon Rocks
Otele dönerken acıkmıştık ve yine kutsal kitabımızın önerisi olan bir restoran olan Barbar’a gittik. Bir blog yazarı da Barbarın yemeklerinin güzel olduğunu ve gidilmesi gerektiğini yazmıştı. Gidip gördük hakikaten Beyrut’ta yemek yemek için uğranması gereken bir yer. Sonrasında da bir şeyler içmek için Hamra kafeye gittik ve sohbet muhabbet derken saat gece yarısını geçmişti
4.Gün:
Sabah erken kalkıp Beyrut’un biraz uzağında olan Anjar, Baalbek ve Ksara’ya gitmek için hazırlandık.


Önce Bekaa vadisinden geçip Lübnan’daki Ermeni nüfusun yaşadığı bir yer olan Anjar kentine ulaştık. Anjar’da Emevi dönemine özgü mimari tarzda yapılmış antik bir kent bulunuyor.








Daha sonra ülkenin kuzeyine doğru Kadişa vadisinden “Güneş Kenti” olarak bilinen Baalbek şehrine ulaştık. Buradaki birçok tapınaktan oluşan antik kent ise en büyük Roma kalıntılarının olduğu söyleniyordu. Hatta Atina’daki Pantheon tapınağından daha büyük olduğu söyleniyor.




                                                                 Temple of Jupiter
                                                                 Temple of Bacchus






Baalbeke giderken sizi götüren taksiciye El Celil Filistin mülteci kampını sorarsanız antik kente yaklaştığınızda sağda size kampı gösterecektir.


                                                     El Celil Filistin mülteci kampı girişi

Beyruta dönerken aynı zamanda Şatila Filistin mülteci kampının da önünden geçtik.


                                                                  Şatila kampı girişi

Şatila kampı hakkında bilgi almak isterseniz “Sabra ve Şatila Katliamı” olarak internette aratabilirsiniz.

5.Gün: 


Son günümüzde de Beyrut'ta gitmediğimiz yerlere ve beğendiğimiz yerlere tekrar gitmeye karar verdik ve attık kendimizi Beyrut sokaklarına.

Hamra bölgesindeki otelimizin etrafındaki paralel sokakları gezerek, Beyrut Amerikan Üniversitesine geldik. Pazar günü olduğu için sokaklar sakindi. Üniversite kampüsünde gezindikten sonra tekrar Downtown bölgesinden geçerek Gemmazyeh ve Achrafiye bölgesine gittik. Gerçi bu bölge gece hayatı için tavsiye edilen bölgeler ama biz gündüz gözü ile de görmüş olduk. Bu bölgeden yürüyerek ABC alışveriş merkezine vardık. Beyruta gidenler çok abartmışlar ABC 'yi bence bildiğin Cevahir ya da İstinyepark gibi bir alışveriş merkezi. Görülmese de olur :)

Beyrut ve çevresini gezmek için rehberlik ve taksi hizmeti veren Hussein ile Embassy otelde tanıştık. Kendisi muhteşem bir insan. Dünyanın birçok ülkesini gezmesinin yanı sıra birçok dil konuşuyor ve bir sonraki öğrenmek istediği dil Türkçe.
Beyrut’a yolunuz düşerse hava alanından otele ulaşım ya da Beyrut çevresi gezileri için Hussein Abdallah (Telefonu: +961 70 809737)  ile iletişime geçebilir böylelikle onun da Türkçe pratik yapmasına yardımcı olabilirsiniz.

Sonuç olarak Lübnan gezimiz çok güzel geçti. Ocak ayı olmasına rağmen hava 14-15 derece idi ve hiç yağmur yağmadı. Turist mevsimi olmadığı için de gittiğimiz yerlerde sıra beklemeden özgürce dolaştık.

Ayrıca Lübnan'a gittiğinizde şunlarda dikkatinizi çekecektir:

-Habibi, yani, la (hayır), aiwa (evet) kelimelerini sıkça duyacaksınız :)

-Şehir savaşlardan sonra adeta inşaat halinde. Her yerde büyük inşaat vinçleri var, yeni uzun lüks binalar yapmak için...Savaşlar ülkelerin enerji kaynaklarını nasıl başkalarının eline geçmesini sağlıyor ise yine o ele geçirenlere o ülkede inşaat yaparak zenginleşme imkanı veriyor.

-Zengin Lübnanlıların yanlarında çocuklarına bakıcılık yapan Afrikalı yada Uzak doğulu yardımcılar var. Gerçekten çok dikkat çekiyorlar. Sanırım aralarındaki sınıf farkı iyice belirginleşsin diye yardımcılarına formaya benzer bir giysi giydiriyorlar.

Lübnan'a gitmeden önce mutlaka o bölge ile ilgili kitap okuyun ve film izleyin. Okuduklarınızın benzerlerini görünce şaşırmayacaksınız.

Yanınıza Arapça müzik alabilirsiniz. Yol boyunca o coğrafyada dolaşırken size eşlik edecek güzel ezgiler geziyi keyifli hale getirecektir.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder