26 Ağustos 2014 Salı

SAFARİ NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Afrika’ya gitmişken yapılması gereken aktivitelerin başında Doğal Parklarda yapılan safariler yer alıyor.
Tanzanya-Kenya-Uganda ülkelerini gezerken biz de safari yapmaya karar verdik ve Tanzanya’nın Arusha kentine geçerek Serengeti National Park başta olmak üzere birkaç doğal parkta safari yapma fırsatı bulduk.
Gezi esnasında gelen birçok soruya cevap olması neticesinde safari ile ilgili bilinmesi gerekenleri sizler için bu yazıda toplamaya çalıştım: 
(Daha fazla fotoğraf için facebooktaki Safari Albümü'ne tıklamanızı tavsiye ederim)


-Afrika ülkelerinin birçoğunda doğal parklar mevcut. Bazı parklarda (örneğin; Tanzanya, Kenya) fil, aslan, kaplan gibi vahşi hayvanlar görülebileceği gibi örneğin Uganda’da gorilleri görmek için de safariye çıkılabilir.

-Kasım’dan Nisan’a kadar olan aylar yağışlı sezondur. Bu yağışlı mevsimde safari araçlarının doğal parklar içinde hareket alanı yağıştan daralmaktadır ve safariyi zorlu kılmaktadır. Bu sebeple Safari için en uygun mevsimin Mayıs sonundan Ekim başına kadar olan kurak sezon olduğu söylenmektedir.



-Safari’ye kendi başınıza gidememektesiniz. İlla kendim süreceğim diyorsanız bir jeep araç kiralamanızın yanı sıra bir de rehber kiralamak zorundasınız. Bir diğer seçenek ise; tur şirketlerinin sağladığı birkaç günlük her şey dâhil safari turlarına katılmanızdır. Bu safari turu; araç (jeep), safari rehberi (genelde soför), bir rehber asistanı (yemek, çadır kurulumuna yardımcı vs), kalınacak gün için sabah-öğle-akşam yemekleri ve doğal parklara giriş ücretini kapsamaktadır.


-Doğu Afrika’da safariye çıkılan en popüler ülkeler Tanzanya ve Kenya’dır. Bu ülkeler arasında büyük bir doğal park bulunmaktadır. Bu parkın bir kısmı Kenya içerisinde (Masai Mara National Park), büyük bir kısmı ise Tanzanya içerisinde (Serengeti National Park) kalmaktadır. Yağışlı mevsimde (Kasım-Nisan arası) Serengeti (Tanzanya)’de yaşayan hayvanlar, kurak sezon ile birlikte daha yeşil olan Masai Mara (Kenya) bölgesine göç etmektedirler. Bu göç Mayıs sonu başlamaktadır. Serengetide havaların soğuması ve yağış artışı ile birlikte Masai Mara’daki hayvanlar Ekim ortası tekrar Serengeti’ye göç etmektedirler. İşte büyük göç denilen zamanlar Mayıs’ta Serengeti’den Masai Mara’ya ya da Ekim’de Masai Mara’dan Serengeti’ye olan hayvan göçleridir. Küresel iklim değişikliği sebebi ile hayvanların bu geçişinin son senelerde farklılık gösterdiği de gözlemlenmektedir. Mayıs’tan önce ya da Ekimden önce göç ettiğine de rastlanmış.


-Her tür hayvan göç etmemektedir. Yani kurak sezonda gittiğinizde “ayy tüm hayvanlar göç etti hiç göremeyeceğim” diye üzülmeyin :) Temmuz-Ağustos aylarında da birçok hayvanı görebileceğinizi garanti edebilirim.

- “Big Five” denilen beş büyük hayvanı görürseniz çok şanslısınız. Bu beş büyük; fil, aslan, leopar, buffalo ve gergedan hayvanlarını kapsamaktadır. (Ben hepsini gördüm :D)



-Üzeri açılan 6-8 kişilik jeepler ile safariye çıkılmaktadır. Safari jeepini sizinle aynı turu yapmayı planlayan diğer katılımcılarla paylaşabileceğiniz gibi kendi şahsınıza özel olarak da kiralayabilirsiniz. (Paylaşımlı jeep kiralandığında fiyatın yarıya inmesini beklemeyin! 2-4 kişi seyahat etmek bence konfor açısından önemli.)



-Genellikle günlük ücreti 150-250$ şekilde safari turlar ayarlayabilirsiniz. (Örneğin biz 3 gece 4 gün, 3 doğal parkı içeren bir tur için kişi başı 750 $ ödedik)

-Hayvanları daha net görebilmek için mutlaka dürbün alınmalıdır.

-Araç dâhil her yeriniz toz toprak olacağından, tozu toprağı göstermeyen açık renkli, uzun kollu, ince giysiler alınmalıdır. (Krem rengi, gri vs..) Gecenin ve sabah erken saatlerin soğuk olduğunu hatırlayarak yanınıza polar gibi giysiler de almanızı öneririm.

-Geniş bir şapka almayı unutmayın!

-Güneş kremi ve sık kullandığınız ilaçları yanınıza almayı unutmayın. Özellikle toza karşı alerjisi olanlar bu öneriyi dikkat alın!



-Doğal yollardan geçtiğiniz ve çok fazla sarsıntıya maruz kalındığından mide bulantısı önleyici ilaçlar alınabilir.

-Sivrisinek kovucu ve böcek ısırdığında kullanılan koruyucu ilaçları yanınıza almayı unutmayın.

(Seyahat sağlığı için şu yazıma da göz atabilirsiniz: 
http://pekisimdinereye.blogspot.com.tr/2014/07/seyahat-sagligi.html)

-Kamp alanlarında güneş enerjisi kullanıldığından ve akşamları birçok kişi elektrikli aletlerini şarj etme durumunda olduğundan yanınızda harici şarj cihazı (Ben de 9000 mAh’lik vardı, yetmedi!) bulundurun. Ya da güneş enerjili bir şarj aleti bulundurun.



-Safariye çıkmadan önce birkaç gün size ulaşılamayacağı bilgisini ailenize ve sevdiklerinize mutlaka bildirin aksi takdirde başınıza bir şey geldiğinden şüphelenebilirler.

-Bence safariye çıktığınız birkaç günde yanınıza internete ulaşılabilecek hiçbir alet edevat almayın tamamen doğanın tadını çıkarın.

-Konaklamayı kamp alanlarındaki çadırlarda ya da bungalov tarzı yerlerde yapabilirsiniz. Biz Manyara, Serengeti ve Ngorongoro’da çadır kamplarda kalarak muhteşem bir deneyim yaşamış olduk. (Gece çadırın yanına su içmeye gelen fil ve zebrayı doğal karşılayın çünkü hayvanların evlerinde kaldığınızı unutmayın!)

-Konaklanılan kamp alanlarına akşam varıldığını ve sıcak su olmama ihtimaline karşı 3-4 gün duş almadan yaşayabileceğinizi aklınızda bulundurun. (Soğuk su ile duş alınabilir fakat su kaynağı da sınırlı olduğunu unutmayınız.)


-Safari esnasında kesinlikle hayvanlara yiyecek atmayınız! Onların vahşi ortamda olduğunu ve yiyeceklerini kendileri bulmaları gerektiğini unutmayınız!

-Turun size sağladığı öğle yemeklerini mutlaka jeep’in içinde ve üzeri kapalıyken yiyin. Çünkü bazı kuş türlerinin bu şekilde beslenmeye alıştırılarak yağışlı mevsimlerde açlıktan öldüğü tespit edilmiş.

-Belgeseldeki görüntülerin kolay çekildiğini düşünmeyin ve safarinin her anının belgesel tadında geçeceğini düşünmeyin. (Ben çok şanslıydım belgesel tadında 2 sahneye şahit oldum :D 1) Wildebeest yakalamış aslanın yavruları ile birlikte karnını doyurması 2) Zebra yakalayan sırtlanların paylaşım savaşı)



-Nadir hayvanları görmenin çok da kolay olmadığını ve sabır gerektirdiğini aklınızdan çıkarmayın!

-Bahşiş olayını sakın atlamayın çünkü çoğu safari rehberi çok az maaşlara bu işi yapmaktalar ve sizden günlük kişi başı en az 15$ olacak şekilde bahşiş beklemektedirler. Birkaç gün geçireceğiniz ve muhtemelen kanka olacağınız safari rehberlerinize karşı lütfen cimrilik yapmayın :D

-Sonuç olarak çok pimpirikli biri iseniz safariye gitmeyin :D

-Doğanın tadını çıkarmak ve bu maceraya ortak olmak istiyorsanız da safari yapmadan dönmeyin!


***Tanzanya safari esnasında rastladığım bazı tur şirketlerini de şu şekilde sıralayabilirim:

-Bobby tour
-It started in Africa
-Go 2 Africa
-Zara tour
-Leopard tour
-Savannah tour
-Klimanjaro tour


9 Temmuz 2014 Çarşamba

AMERİKA: NEWYORK VE LAS VEGAS GEZİ YAZISI



Las Vegas’ta bir konferansa katılmak için Amerika’ya gitme fırsatım oldu. Çalıştığım şirket; seyahat için uçak, otel falan ayarlarken olaya müdahil olup öncesinde Newyork’a gidip sonra Las Vegas’a gidecek şekilde gezimi ayarladım :)


NewYork:
En son Ocak sonu gittiğim muhteşem Sri Lanka gezim sonrası yüksek lisans tezimi bitirmek için deliler gibi çalıştığım için mayıs sonuna kadar hiçbir yere kıpırdayamamıştım. Fırsat bu fırsat deyip yüksek lisans tez sunumumu yaptığım cuma gününün ertesi sabahı olan cumartesi sabahı saat 07:30 da THY ile Newyork’a uçtum. Amerika kıtasına ilk ayak basışım da bu gezi sayesinde oldu.

Hava alanında indiğimde şehir merkezine nasıl gideceğime dair birkaç yol olduğunu biliyordum (tren+metro, taksi, shuttle) bu seçeneklerin arasında en optimum olan shuttle’ı tercih ettim. Daha önceden rezervasyon yapabileceğiniz gibi gittiğinizde de supershuttle ofisini bularak organize edebilirsiniz. (http://www.supershuttle.com/). 25$ civarında bir ücret ile şehir merkezinde istediğiniz yere shuttle ile kolayca ulaşabilirsiniz. Bu arada taksi 50$ gibi yazarken, tren+metro ile de 10$ civarında ulaşımı sağlayabilirsiniz.

Shuttle’da Hintli bir doktor ile tanıştım. Bu Hintliler ne kadar yardımsever insanlar ya! 2009’da 1 ay Hindistan’da gezdiğimde de “insanlık”larına hayran olmuştum. Arkadaşım Nandini ile birlikte yol boyunca sohbet ettik. Tatil için Yunan adaları ve İstanbul’u tercih etmiş ve tatilden dönüyormuş Newyork’a. 5 senedir Newyork’ta çalışıyormuş. İnerken de bana telefonunu verdi “bir sıkıntı olursa ararsın” dedi  :D

Newyork’ta konaklamak biraz pahalı. Airbnb, couchsurfing gibi alternatifleri denemekte fayda var fakat ben kalacak yeri son dakika ayarladığım için elimdeki az ve uygun seçenekleri değerlendirmek zorunda kaldım. “International Student Hostel” ismindeki biraz şehir merkezine uzak ama temiz, güvenli bir hostelde kaldım. İyi ki burada kalmışım çünkü ilk gün bir Angola’lı arkadaş edindim ve o akşam çok güzel muhabbet etme fırsatımız oldu. Diğer günler hostel neredeyse boştu ama ben de kendimi sokaklara vurduğum için sadece yatmaya geldim.
Şehir aslında birkaç adadan oluşuyor fakat gezilecek yerlerin büyük kısmı Manhattan’da olduğu için herkes gibi ben de Manhattan’da takıldım.


Newyork’ta bir bisiklet

Newyork’ta her yer film karesi gibi :D İzlediğiniz dizilerden ve filmlerden aşina olduğunuz birçok bina, sokak ve cadde üzerinde yürürken bu lüks ve gösterişin gerçekliğini de sorguluyorsunuz.
Manhattan; up, mid, down olmak üzere 3 bölümden oluşuyor. Central parkın ve Harlem’in olduğu bölüm uptown, Times meydanı ve ünlü gökdelenlerin olduğu kısım midtown, Brooklyn köprüsü ve Wall Street ‘in bulunduğu adanın uç kısmını içeren bölüm ise downtown olarak biliniyor.


Meşhur School Bus

Fifth avenue (5. cadde) şehir merkezi sayılıyor. En ünlü markalar bu caddede ve onu kesen sokaklarda. Buna paralel caddeler var bazıları 1., 2., 3. Cadde gibi numaralarla adlandırılırken, bazıları da Colombus, Park, Madison, Americas gibi özel isimlerle adlandırılmış. Şehir merkezine iniş ve dönüşler de her seferinde farklı sokak ve caddelerden inerek keşif yapabilirsiniz.


Newyork heykelleri

Newyork’a vardığım ilk gün biraz dinlendikten sonra sokakları rastgele keşfetmek için dışarı çıktım. Gitmeden yaptığım araştırmalara ve süper paylaşımları olan bloggerların yazılarından okuduğuma göre düzenli şehir planlaması gezmeyi oldukça kolaylaştırıyormuş. Gerçekten de kare kare çizilmiş bir şehir. Cadde ve sokaklar da isim yerine numara ile isimlendirilince kaybolmanın imkânı olmuyor bu şehirde.

İlk gün yürüyerek Times Meydanına vardım. Biraz orada takıldıktan sonra tesadüfen Rockfeller binasına rastladım ve rehber kitapta okuduğum üzere gün batımına yakın tepesine çıkılıp muhteşem fotolar çekilmesi öneriliyordu. 

Times Meydanı

 Newyork’ta gün batımı

Ben de yorgunluktan daha fazla gezemeyeceğim için tepede gün batımının keyfini çıkarmaya karar verdim. Rockfeller center tepesinden akşamüzeri manzarayı seyrettim. 

Rockfeller center

Rockfeller Top of Rock Map

Rockfeller center'dan manzara

Sonrasında Rockfellerin arkasındaki çiçekli meydan-Channel Gardens’da dinlenen kalabalığa karıştım. İlk günün yorgunluğunu atmak için de hostelime geri dönerek dinlenmeyi tercih ettim.

Channel Gardens

Derin bir tarihe sahip olmadığı için gezilecek tarihi yer bulma konusunda da sıkıntı yaşanıyor NewYork’ta. Çirkin koskocaman gökdelenlerden oluşan bu şehirde gökdelenlerin ve gereksiz lüks sokaklarda gün boyu dolaşmak yerine 2. Gün kendimi müzelere verdim. Çok da doğru yapmışım. İlk önce kaldığım yere yakın olan Guggenheim museum’a gittim. Binanın içindeki eserlerden çok binanın tasarımı insanı etkiliyor. Ünlü ressamların eserlerini, dönerek yukarı çıkan koridoru izleyerek ziyaret ediyorsunuz.

Guggenheim museum

Buradan sonra Manhattan adası olarak bilinen şehrin kalbine doğru ara sokaklardan geçerek ilerledim. Bir arkadaşıma ve kendime GoPro almak istediğim için elektronik market aramaya koyuldum. Sonrasında BEST BUY isimli elektronik marketi, Apple store’u gezerek fiyat kıyaslaması yaptım.

Üçüncü gün; yine sokaklar arası zigzag çizerek şehri keşfettim. 110. sokaktan başlayarak; şehrin aşağısına doğru farklı caddelere girerek dolaştım ve downtown’a ulaştım.

Yine şehrin önemli müzelerinden olan Metropolitan Museum of Art’ı gezdim. Günün yarısından fazlasını bu müzede geçirebilirsiniz. Ben ilgilendiğim bölümleri gezmeme rağmen 5 saat falan sürdü gezmem. Bu arada bu müze ile ilgili bir ipucu: müze girişinde sizden bir miktar giriş ücreti istiyorlar. Bu miktar tamamen size kalmış. Gişedeki kadın bana “önerilen miktar 25$ fakat istediğiniz miktarı ödeyebilirsiniz” dedi. Ben de 10$ ödedim.

Metropolitan Museum of Art

Hotdog sevenler?

Greenwich village ve Soho’da gezilmesi gereken bölgelerden biridir. Burası eski entellerin mekânıymış. Sanatçılar kiraların artması sebebi ile bu bölgede yaşayamamışlar ve başka bölgelere gitmişler. İşte eskinin sanat merkezi olan bu bölge de görülmeye değer.


Sanat sokakta

 5. caddedeki Apple store

Manhattan midtown’da Radio city hall center, St Patrick katedrali, New york public library, Grand central terminal, Chrysler building, Empire state building, Birleşmiş milletler binası, 11 Eylül’de yıkılan Dünya Ticaret Merkezi (İkiz Kuleler) yerine yapılmış olan One World Trade Center gibi binalara rastlayacaksınız. Ayrıca yine tahmin edemeyeceeeğiniz iki sokak arasına sıkışmış bir bina olan Museum of Modern Art (MoMa)’a da mutlaka uğrayın!



Museum of Modern Art (MoMa)

Newyork Halk kütüphanesi

Downtown'a giderken

Midtown’dan downtown’a inerken solda ChinaTown, sağda ise Little Italy kalacaktır. Bambaşka bir atmosferde hissetmek ve Çin-İtalyan yemekleri denemek için bu bölgelerde takılabilirsiniz.


Papaz haklı beyler :D (Kilise duvarında)

Rocky Broadway Show Afişi

Broodway caddesi üzerinde aşağı doğru devam ederseniz solda bir park kalacaktır: City Hall Park. Bu parkın içinde geçerek devam ederseniz Newyork’un simgesi olan Brooklyn köprüsüne varırsınız. Newyork’ta birçok köprü (Brooklyn, Washington, Manhattan köprüleri) var hepsi de görülmeye değer. Bazılarını havaalanından gelirken gördüğümden yanlarına gitmeye gerek görmedim fakat Brooklyn köprüsü üzerinde yürüyüp fotoğraf çekmek gerçekten çok keyifliydi.
Brooklyn köprüsü

Manhattan adasının uç kısmı olan downtown’a geldiğinizde Wall Street olarak bilinen finans merkezine gelmiş bulunuyorsunuz. Newyork stock exchange (Newyork borsası) binası tapınak şeklinde burada karşınıza çıkacaktır.

Wall Street boğa heykeli

Wall streetten aşağı doğru rıhtıma indiğinizde bi park göreceksiniz. Burası Battery Park. 


Battery Park

Özgürlük heykelini karşıdan göreceğiniz bu parkta isterseniz Özgürlük heykeline direk giden bir feribota ya da Staten İsland’a giden ücretsiz feribotlara binip deniz yolculuğu yapabilirsiniz. Özgürlük heykelinin olduğu adaya gidiş 25-30$ civarında. Eğer napıcam heykele gidip şöyle karşıdan da görsem yeterli diyorsanız aynı benim yaptığım gibi Staten adasına giden ücresiz feribotlara binip heykeli karşıdan görürsünüz hem de aynı feribotla dönüp 1 saatlik bir deniz keyfi yapmış olursunuz.
Staten adasına giden ücresiz feribot

Özgürlük heykeli

Bu arada; Özgürlük heykelinin olduğu ada, zamanında göçmenlerin ilk uğradığı, Newyork’a alınmadan önce kayıtlarının yapıldığı adaymış.

Üçüncü günün akşamı downtown’a inmeden Broadway Show biletlerinin ucuza satıldığı TKTS gişelerine uğradım. Times square’de merdivenlerin altında bulunan bu gişelerden %25-40 arası ucuza bilet alabiliyorsunuz. Ben de Phanton of the Opera yani Operadaki Hayalet için bir bilet aldım. Gösteri saat 20:00’de idi ve sahne Times square’e çok yakındı. St Petersburg’daki Marinsky sahnesini görmesem belki Newyork’taki sahneden çok etkilenebilirdim ama ne yazık ki Marinsky yanında vasattı. Sahne vasat olmasına rağmen, oyunculuk ve şov muhteşemdi :D

 Phanton of the Opera

Newyork’taki son günümü Central park ve civarına ayırdım. Park, tahmin ettiğimden çok daha büyük bir alana yayılmış. İçinde bisiklet ve yürüyüş parkurları var. Ben de bir bisiklet kiralayıp tüm parkı gezdim hatta arada da yine ilgimi çeken bir müze olan American museum of Natural History’ye uğradım.


Central park

 American museum of Natural History Museum

Cumartesi başlayan NewYork maceramın son günü olan Salı günü Las Vegasa geçmek için hava alanına gittim. Yine “Supershuttle”dan yer ayırttım ve tam zamanında gelen shuttle a atlayıp zamanında havaalanında oldum. İşte Amerika macerası şimdi başlıyor. 21:30’da kalkacak uçağım için 19:30 da havaalanındaydım. Telefonumu şarj etmek için bir yer buldum ve uçak saatine kadar orada takıldım. Saat 20:30 gibi “bi gidip bakayım kapı falan değişmiş mi” diye uçağın kalkacağı kapıya gittiğimde uçağın rötar yapacağı haberini aldım ve 23:30 da kalkacağını öğrendim. Akşam gece yarısı da olsa kesin Las Vegas’ta olmam gerekiyordu. Çünkü ertesi sabah dünyanın en büyük operasyon halindeki “kule tipi yoğunlaştırılmış enerji santrali”ne ziyarete gidecektik. 

Şirketteki ekip arkadaşım da benim gittiğim akşam Las Vegas’ta olacak, direk İstanbul’dan geldikleri için Los Angeles aktarmalı geleceklerdi. Newyork-Las Vegas arası 5 sa 50 dk sürüyor. Aynı zamanda 3 saatlik zaman farkı var. Neyse 23:30 da gitsek de gece yarısı orada olacağım için endişelenmedim en kötüsü uykusuz giderim dedim. Biraz vakit geçirdikten sonra tekrar kapıya geldim ve uçağı 01:30’a ertelediklerini gördüm. Bunu görünce çıldırdım çünkü yarın sabahki saha ziyaretinde mutlaka orada olmalıydım. Delta havayollarından aldım bileti bu arada.


Rötarın ardından Jean piltou karşılıyor

İnsanlar biraz hareketlendi ve neden bu kadar rötar olduğunu falan diğer kapılardaki görevlilere gidip sormaya başladılar. Ben de Jean diye biri ile tanıştım ve onunla Delta ‘nın ofisine gittik. Bizi sakinleştirip kapıya yolladılar ve tam kapıya geldiğimizde uçağın yarın sabah 09:30 ‘a ertelendiğini öğrendik. Benim dışımda herkes çok sakindi. Ben tabi kaçıracağım şeyleri düşünürken “iş için giden insanların mağdur olduğunu nasıl düşünemiyorsunuz” falan diye bir görevliye dert yanmaya başladım. Neyse sonuç olarak o gece tüm yolcuları otelin yakınındaki bir otele taksi ile yolladılar ve sabah da 7:30 da taksinin gelip yine bizi alıp 09:30 daki uçağa yetiştireceğini söylediler. 

Herkes sakin olunca ben de “neyse, kaderim buysa çekerim “ :p mantığıyla hareket edip otelde bari dinlenirim deyip Jean’in peşine takıldım.  Jean hayatımda gördüğüm en rahat ve komik hatunlardan biri. Yaklaşık 50 yaşlarında çılgın bir şahsiyet kendisi.  Ben tabi ki saha gezisine gidemeyeceğim için çok üzüldüm fakat kendisi beni çok güzel sakinleştirdi. Şunu hayatımın çoğu alanında hissediyorum: “karşımıza çıkan insanlar tesadüf değil!!!” 

Neyse tüm Delta havayolları mağdurları ile sabah havaalanının tekrar yolunu tuttuk ve beklemeye başladık. Bu arada valizleri de yanımıza alamadık gece. Saat geç olduğu için direk otele uyumaya gittik. Bu süre içinde Jean’in dışında enteresan bir kaç kişi ile de tanıştım. Bunlardan en ilginci ismini ve ne iş yaptığını bir türlü öğrenemediğimiz 70 yaşlarındaki İsrailli kumarbaz amca idi. Muhabbeti süper bir insan, dünyanın dört tarafında yaşamış dolaşmış  paraları da Las Vegas’ta yemeye gidiyormuş :D 

Bu sırada yanında eşi olduğunu tahmin ettiğim bir kadın vardı. Kadın hiç konuşmuyordu bekleme süresince. Sadece gülümsüyordu. Neyse kumarbaz amca ile muhabbet “nerelisin” sorusuna geldi. Ben “TR’denim” deyince teyzem bülbül gibi şakıdı. Melahat Hanım teyze meğerse Las Vegas’ta yaşayan oğlunun yanına gitmeye çalışırken bizim gibi uçağın rötarına takılıp kalan ve bir kelime İngilizce bilmediği halde durumu anlayıp idare eden süper bir kadın :D

Kadın beni görünce altın bulmuş gibi sevindi. Anadilde muhabbet gibisi yok arkadaş!
İsrailli kumarbaz amca, Melahat hanım teyze dil bilmeyince ona yardımcı olmuş beden dili ile her şeyi açıklamaya çalışmış. Sonuç olarak uçağımız 09:30’da da kalkmadı ve en son 10:30 da kalkabildik.

Las Vegas saati ile 13:30 gibi vardık. Sağ olsun Melahat Hanım teyzenin oğlu Tayfun Bey beni de kaldığım Mandalay bay otele bıraktı. Yorucu bir gece sonunda Las Vegas’a ulaşmış oldum. Sabahki saha gezisini de kaçırmış oldum. Neyse başka sefere artık!

Las Vegas:
Gelelim Las Vegas’a! Las Vegas çölün ortasına kurulmuş turist akınına uğrayan özgürlükler şehri. Sıcaklık 40 dereceye yakın. Oteller öyle bir dizilmiş ki dışarı çıkmadan otellerin kumarhanelerinden yürüyerek bir diğer otele ulaşabiliyorsunuz.

Konsept “dünya şehirleri konsepti”. Sanki dünyadaki ülkelerin önemli simgelerinin toplandığı bir açık hava müzesi. Fransa, İtalya, Mısır, Amerika, Rusya ve birçok ülkenin önemli yapılarından esinlenerek otel mimarisi oluşturmuşlar. Las Vegas Bulvarı tüm otelleri gezip görüp vakit geçirebileceğiniz bir cadde. Tabi gündüz vakti değil akşam üzerine doğru gitmek daha mantıklı çünkü sıcaktan bayılabilirsiniz.

 Las Vegas Bulvarındaki otellerin casinoları

 Las Vegas Bulvarı

Las Vegas bulvarının ortalarına doğru bir dönme dolap göreceksiniz. Dönme dolaba doğru yolunuzu değiştirirseniz hem sevimli ara sokakları da keşfetmiş olursunuz. Hatta şehrin tepeden göreceğiniz muhteşem manzarası için bu dönme dolaba binebilirsiniz. Ben hem bu tarzdaki aktiviteleri sevdiğim hem de vakit geçirmek için hiç düşünmeden bindim :D


Dönme Dolap

Las Vegas’ta bir diğer görülmesi gereken yer ise; Freemont Street. Old City olarak biliniyor ve akşamüzeri ışıklı-müzikli ücretsiz sokak gösterilerini izlemek için buraya gelebilirsiniz. Ayrıca bu caddedeki enteresan ve şov amaçlı giyinen insanları izleyip vakit geçirebilirsiniz.


 Freemont Street

Fremound Street'te eğlence bitmiyor :D 
Oksijen spa ile çakralarınızı açabilir ve görevli kızın vücudunuza yaptığı boyun ve 
alın masajı ile rahatlayabilirsiniz :D
İşte 8 günlük bol maceralı ABD hikayem bu şekilde...

NOT: İhtiyacın olmayan şeyi sadece ucuz diye almayı hiçbir zaman anlamlı bulmadığım için Amerika’da alışveriş ile ilgili detaya girmeyeceğim.
Vize konusuna gelirsek de herkese 10 yıllık vize verdiklerini söylemişlerdi ki bana da 10 yıllık vize verdiler.